Vitrin

Hakikat bir Güneştir O da kendini gizledi

ABD-AB STRATEJİSİ 02 Eylül 2011

Büyüklerimin kanaati odur ki: Dünyada değişen dengeler bir çok ülkeyi çıkar eksenli yeni arayışlara sevk etti. Hızla yükselişe geçen Çin Hindistan ve Rusyanın Kuzey Afrika ve ortadoğuda hakimiyetlerini arttırmaları tehlikesi karşısında yıllarca ABD ve müttefiklerine hizmet eden diktatörlüklerin bir anda Rusya-çin ve hindistan saflarına geçmesi  tehlikesi baş gösterdi. Müdahale etmediği taktirde  ABD çıkarları olan  arap diktatörlerinin hepsini bir anda  kaybetmekle karşıkarşıya kalacaktı.  ABD bu ülkelerdeki diktaları kendisi yıkarak ve demokraside en az iki muhalif taraf vardır gerçekliğine göre  en az bir parçasını kendi saflarında tutmayı hesapladı..

Pekin yönetimi, ABD-AB güdümlü Libyalı muhalifleri tanımakta uzun süre tereddüt etmişti.  Kısa süre önce Libya lideri Kaddafi’nin devrileceği kesinlik kazanınca, Çin de Libyalı muhaliflerden yana bir tutum sergilemeye başladı. Çin Dışişleri Bakanlığı, Libya halkının taleplerini saygı ile karşıladıklarını duyurdu. Açıklama, Pekin yönetiminin Libya Ulusal Geçiş Konseyi’ni resmen tanıdığı anlamına gelmese de, Kaddafi rejiminin artık gözden çıkarıldığını gösteriyor. “Yeniden yapılandırma sürecinde, teknoloji, personel ve mali kaynaklar konusunda çok fazla yardıma ihtiyaçları olacak. Çin, bu konuda destek vermeye ve gelecekte de yardım etmeye hazır” şeklinde konuşan Çin Sosyal Bilimler Akademisi’nden Afrikauzmanı He Venping, gelişmeler karşısında Çin’in yeni bir Libya politikası izleyeceği görüşünde.

Libya’da Kaddafi yönetimine karşı savaşan isyancıların oluşturduğu Geçici Ulusal Konsey’in dış ilişkiler sorumlusu Mahmud Cibril, hükümet yetkilileriyle temaslarda bulunmak için Haziran 2011 de  Çin’e gitmişti. Görüşmelerde, Çin’in petrol çıkarları bulunan Libya’daki krizin sona erdirilmesi yolları ele alınmıştı. Ardından Pekin, NATO’nun Libya’ya müdahalesinin önünü açan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararında çekimser kalmış, sonrasında da hava saldırılarını eleştirmişti. Çin, Libya lideri Muammer Kaddafi’ye istifa çağrısında bulunan ülkeler arasında da yer almamıştı.

 İtalya, Fransa, Kuveyt ve Katar isyancılara yardım sözü vermiş, Çin, krizin başlangıcında; Şubat ayında 30 bin işçisini Libya’dan tahliye etmişti.

Aynı aile içinde ki bütün kardeşlerin hemen her konuda aynı fikirde olmaları ve her konuda beraber hareket etmeleri beklenemezse   ABD-AB projesine karşı çıkan, yapılan bombardımanı haçlı savaşına benzeten ve uluslararası hukukun çiğnendiğini yüksek sesle dile getiren ise Rusya’nın liderliğindeki Hindistan ve Çin bloğununda menfaatleri doğrultusunda ayrı düşmeleri bizi şaşırtmamalı . Ama Libya olayı bu kadar basitte açıklanamaz..

 Kanaatimiz şu ki Rusya-çin-hindistan bloğu çıkarları olan Libyada ki  dikta yönetimini kendi safına çekmek istedi. Bu ABD-AB bloğunun  libyadaki  çıkarlarını tümden kaybetmesi demek.  ABD-AB bloğu ise bu tehdite karşı Kaddafi yönetimini gözden çıkararak Libya halkının iç dinamiklerini kaddafiye karşı organize etti. Ayaklanmaların ilk günlerinde Rusya Kaddafiye verdiği  koruma sözü unutarak onu yanlız bıraktı.  Çaresiz kalan Kaddafi   ayaklanmalara karşı  ABD-AB bloğuna 350 milyar dolar ödeyerek kendisini ve iktidarını eylemcilerden korumasını için verdi.  Söylentilere göre oğul Seyfülislam Kaddafi  isyancıların başına geçerek  devrim yumuşak gerçekleşecek belkide Kaddafi ailesi korunacaktı. Zaten eylemci liderlerinin  çoğu da  Kaddafinin bakanlarıdır. Oğul Seyfülislam Kaddafi anlaşmayı bozar ve başında olması gereken eylemciler yerine babasını etrafında kalan güçlerin başına geçerek bir iç savaşı başlatır. Belkide çekilmeyi düşünen baba Kaddafi bir anda kendini bir çaresizliğin içinde bulur, fakat  insiyatifi oğluna kaptırmıştır. Kaddafi ise artık delirmiş ve çıldırmış haldedir.

Aynı durum tüm diktatörler içinde geçerlidir. Zamanında çekilmesi gereken liderler bunu neden yapmamış olabilir. Diktatör liderler ülkelerinde demokrasinin öncüleri olabilir kendileride sembolik olarak ülkelerinde kalmaya devam edebilirler ve değişimin kapılarını aralayan liderler olarak tarihe geçebilirlerdi. Niçin Bunu yapmadılar. Kandırıldılar mı yoksa yalnız mı bırakıldılar. Yoksa etraflarına toplanan destekçileri ile bu demokrasi oyununda ABD-AB bloğuna karşı Rusya bloğunu savunan bir muhalefetin tohumlarını mı ektiler..

İslam dünyası ırakta yaşananlardan hiç ders almamış Batı ve doğunun bu küresel dansında bölge halkları hala  kendilerini kullandırıyor ülkelerindeki  olası   iç çatışmalarda  el altında tutulan piyonları oynuyorlar..

 

Her yol IRAK 08 Ağustos 2011

Ortadoğuda diktatörlükler altında ezilen ülkeleri istediği gibi sömüren güçler halkın birikmiş patlamaya hazır enerjisini tabiki hesaba katmışlardı. Dikta yönetimler çok uzun süremezdi. Onlara iki seçenek sundular ve ilk seçenek olan IRAK ı işgal ettiler. Ülke üçe bölündü. Etnik ve mezhepsel çatışmalar körüklendi. İnsanlar öldü. Dediler ki ya ırak gibi olursunuz yada kendi devriminizi kendiniz yaparsınız.

Tunsuta başlayan hareket hızla ortadoğuya yayıldı. Sanki halklar saman alevi gibi tutuştu  alevler tüm bölgeyi sardı. Akla gelen soru şuydu: halk diktatörlüklere karşı ayaklandığı zaman dikta liderler bunu öngerememişmiyd? Libya lideri Kadafi müttefiklere kendisini ve iktidarını koruması için 350 milyar (belkide 350 milyon )dolar bile vermişti. Suriyenin yumuşak bir geçiş yapması içinde Türkiye elinden gelen gayreti göstermişti. Ama bu iki ülkede tam tersi oldu. Liderleri iktidarı bırakmayı hiç düşünmediler. Kaddafi çıldırdı. Esat ise hala direniyor kapalı kapılar ardınde neler döndüğünü henüz bilmiyoruz. Bu da oyunun bir parçası olabilir.

 

Uluslararası Büyük oyun 03 Ağustos 2011

Yeni dünya düzeninde Türkiyede değişti.. Önceki bir kenara itilmişler kendilerine yapılan zulmun intikamını alma fırsatı buldu. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında anadoluda gözlenci olan misyonlar tarafları çok iyi analiz etmiş ve içlerinde sızmışlardı. Uzun CHP iktidarı yıllarında Türkiyede yeni cumhuriyetin temellerini sağlamlaştırmak ve halka benimsetmek için acımazsızdı.. Dindar kesim ve kürtler bilinçli politikalarla yontulmaya çalışıldı, ötekileştirildi.. Çünkü uluslararası şer ittifakı böyle istiyordu o gün ötekileştirilip bir kenara bırakılanlar zamanı gelince kullanılmaya hazır olmalıydı.. Sembollerde icat edildi.. Türban ve Kürtçülük bulunmaz ve işlenebilir bir cevherdi.. CHP ve karşıtları bu sembolleri kendilerince  çok iyi kullandılar.. Bu rekabet karşılıklı birbirlerini besledi oy ve koltuk ayrıca bol kazanç hanelerine yazıldı..

Uluslararası şer ittifakı milli mücadele ve Cumhuriyetinkuruluş yıllarında bir kenara itilenleri  yanlız ve tek başına solmaya bırakmadı CHP içinden türemiş tüm partiler zamanla sağda ve solda köşelerini aldılar.  1950 yıllarında DP ile 1980 lerde ise Özallı yıllarda sulandılar.. Darbeler ise onların dallanıp budaklanmalarına karşı  budama görevi gördü..  Darbeler ve bu değişimler aslında uluslararası ittifakın kendilerine karşıtları tasviye sürecinden başka birşeyde değildi. Tabiki her defasında farklı taraflara oynayıp bu tarafları birbiriyle çaptıştırmak güçlü Türkiyenin önünde engel olacaktı..

2003 lerde yeni dünya düzeninde İslamında kontrol altına alınması gerekmeydi ılımlı islam müslüman toplumlarında uygulanabilir kılınmalıydı. Model ülke Türkiye AKP yi doğurdu.. Bilinçli politikalarla ötekileştirilen kürtler ise ancak bu sistem içinde Türkiyenin her an ayağına çelme atacak pozisyonda olabilirdi.. 1980 darbe öncesinde sağcılar ve solcular kırılıp etkiszleştirildikten sonra PKK kuruldu, asker 30 yıla yakın sahte savaşçılık oyunu oynadı, siyasiler sahte söylem ve icraatlarla banka ve marketlere ve silah tüccarlarına hizmet verdi.. Milliyetçiler birbirlerine  karşı kışkırtıldı. AKP ile Cumhuriyetin kuruluşunda başlayan kavgada zulumleriyle eleştirdiklerini yine onların yaptıkları gibi zulumle cevap verme basiretsizliğini gösterdi. Buda yarınlarda birilerine intikam alma fırsatı doğuracak..  Kürtler ise içten ve dıştan destekli PKK ile ve AKP nin yumuşak yüzünü kullanarak hem geçmişin intikamını alma hemde bölgeye sahiplenme şansına sahip oldular. Her tarafı idare eden şer ülkeler ittifakı ise kah onu kah bunu gizli kapaklı destekleyerek yollarına devam ettiler.. İnsanlarımız birbirini boğazlamaya devam etti.. Kurunun yanında yaşta yandı.. suçlular yanında vatanseverlerde nasiplendi sonuçta hepside kullanılan safta bir dönem kazanan bir dönem kaybedenleri oynadılar..

Uluslararası şer ittifakı ülkelerinin Türkiye sorumlusu Masonik İTTİHAT VE TERAKKİ tarafları çok iyi kullanmaya devam ediyor. Her görüş siyasi parti kurum ve kuruluşlarda cemaat ve tarikatlarda ve TSK dallanıp budaklandılar.. Halada öyledir.. Her değişim dönemlerinde tasviye edilenler ise ya karşı oldukları yada kullanıp gözden çıkardıklarıdır bu oyunda sadece onlar kazandılar.. Bugünde durum aynıdır.. Defalarca İzmir suikastı davalarını yaşıyoruz ve defalarda masonik ittihat ve terakki kendi karşıt ve tehlikeli gördüklerini  ve kullanıp miadı dolanları tasviye ediyor.. Kullanılan Adnan Menderesler, Özallar Çillerler, Ecevitler  Tsk daki bir kısım subaylar milliyetçi gençler yazar ve çizerler örgütler yerini başka kullanılmaya hazır olanlara bıraktıkça bu tasviye süreçleride devam edecek.. Her gelen gidenin yaptıklarını bozacak.. Türkiyeyi karıştıracak.. Şu an AKP ve kürtlerin yaptığı gibi.. onlarında  intikam gözlerini bürümüş durumda bir zamanlar kendilerine karşı zulum yaptıklarına inandıklarının kellelerini istiyorlar.. ve bunlarda bir bir kendilerine masonik ittihat ve terakki tarafından deşifre edilerek veriliyor.. 

Tabiki tüm bu gelişmeleri uluslararası şer ittifakının yeni dünya düzeni ve bölgesel amaçlarından ayrı tutamayız..  Bu amaçla dindarlar, kürtler ve milliyetçiler hatta ulusalcılar bile kaplaştırma adına şu an kullanılıyor ve adına çok seslilik DEMOKRASİ deniliyor bu kandırmacaya yada kullanılmaya..  TSK da bu amaca uygun yeniden dizayn ediliyor bu amaçla paşalar ve ordu üst rütbelileri o ya bu sebeble bilerek yada bilmeyerek karıştırıldıkları olaylar bahane edilerek tasviye ediliyor yeni dünya düzenine uygun genç subaylara yol açılıyor.. Ama TSK nında bu süreçten habersiz olduğunu söylemek saflık olur onlarda PKK ile savaşmayarak milletin vergilerini dağa taşa atarak ve şimdilerde sanki birileri kendilerini küçük düşürüyormuş yalanının -ki kendileri böyle olmasını istiyor plana uygun olarak – ardına sığınarak mazlumu oynuyor halbuki basına sızan her gizli belgede her ihmalde onların bilinçli politikaları var onlarda uluslararası şer ittifakının planlarına hizmet ediyor.. Tüm  gizli  ve dava konusu-darbe vb.- belgelerin TSK nın bizzat kendisi tarafından servis edildiğinden şüphem yok..

Olan gariban bu ülkenin asıl sahibi bizlere oluyor çocuklarımız göz göre göre can veriyor, vergilerimiz birilerinin cebine gidiyor.. ve üstelikte kullanılıp sonrada atılıyoruz..

 

İran meselesinin iç yüzü 13 Ocak 2011

Tarihler Şubat 2006 yı gösterdiği sıralarda zamanın ABD Başkanı Bush İran halkına seslenmiş ve bu konuşmasında BUSH, İran’ın küçük bir dindar elit grubun elinde baskı rejiminin esiri olduğunu, İran’daki rejimin Filistin ve Lübnan’daki teröristleri desteklediğini savunarak buna bir son verilmesi gerektiğini söylemiş, Konuşmanın direkt Farsça’ya çevrilerek İran televizyonlarında yayınladığını bilen Bush, doğrudan İran halkına seslenerek, ‘Amerika size, ülkenize ve kendi geleceğinizi seçme, özgürlüğünüzü kazanma hakkınıza saygı duyuyor. Biz bir gün özgür demokratik bir İran’ın en yakın dostu olmayı umuyoruz’ demişti.

             Aradan yıllar geçti İranın nükleer meselsi KÜRESELLEŞEN DÜNYAYI tedirgin etmeye devam ediyor. Türkiye ve Brezilyanın arabuluculuğu da ABD nin ve AB nin ikiyüzlülüğü sebebiyle işe yaramadı. Bu durum bize İranın takas anlaşmasını kabul etmesine ragmen batılıların hala anlaşmaya yanaşmaması ardında başka gerekçeler mi var sorusunu sormamıza neden oluyor. Başka bir deyişle şayet sorun nükleer santraller değilse ki söylenenlere  göre bu tesislerin  altyapısınıda batılılar ve rusyanın  kurduğu yazılıp çiziliyor,  o zaman batılılar irandan ne istiyor.

           İran coğrafi olarak incelendiğinde ortaasya ticaret merkezlerine açılan kapı durumunda Kürel sermaye bu alanda sıkışıyor olmalı. İranın yer altı ve üstü zenginlikleride hesaba katılırsa bir çok küresel şirket bir çok ülkede yaptıkları gibi özelleşme adı altında bu zenginliklere sahip olmak ve karlarını arttırmak istiyor olmalılar. İranın şu anki 90 milyonluk nufusu da göz önüne alınırsa ki  Türkiyenin nufusunun 70 milyon olduğunu hatırlayalım  kapılarını  batıya açmış bir İran iyi bir tüketici pazarı olabilecek durumda. Buda İranın komple değişmesi batılıların deyimiyle demokratikleşip özgürleştirilmesi anlamını taşıyor. Yani İran tüm değerlerinden Türkiye gibi vazgeçip tam kapital bir ülke olmalı. Küresel sermaye irana Türkiye gibi hakim olup tüm kaynaklarını  parsellemeli, halk değerlerinden ve özellikle islamiyetten uzaklaşmalı. Tüm bu hesaplar ise Nükleer santraller kandırmacasının ardında maskeleniyor dersek sorunu tam olarak izahat etmiş olurmuyuz… Kesinlikle EVET..  Fakat İranın buna direndiğini vede doğruda  yaptığınıda belirtmeliyiz O zaman biz Türkler yani TÜRKİYE  tüm kaynaklarımızı Küresel sermayeye açarak yanlış mı yapmış oluyoruz?  Buna da Evet demeliyiz..  Türkiyenin güçlenmesini ve bölgesinde etkin bir güç olmasını istemeyen batılılar neden sizce Türklerin nükleer tesis kurma çalışmalarına  ses çıkarmıyor. Fakat konu  İran olunca tüm dünya  tepki koyuyor ve  ayaklanıyor..  cevap çok basit Türkiye küresel sermayenin emrinde ve kontrolünde..  İran ise bağımsız kendi iç ve dış politikalarını yürütüyor ve kaynaklarını kendisi pazarlıyor da   ondan.. Şayet İranda Küresel sermayeye eklemlenirse inanın hiç kimse İranın nükleer santralleriyle uğraşmaz.. Olay budur.. MaxToUCh..

 

Füze Kalkanı mı? Türk Kalkanı mı? 26 Kasım 2010

                Zaman bizi haklı çıkaracak gibi. ABD nin ortadoğudan Asyaya uzanma hazırlığında olduğu söylencelerin gölgesinde yeniden eski süper gücüne kavuşmak için efor sarfeden Rusya vede AB ülkeleri ile ÇİN arasında dengeyi sağlayacak tek ülke güçlenmiş Türkiye gözüküyor. Buna tarihi misyonu ve geçmişten gelen bağlarıda eklenince etkinliği Çin sınırına kadar  dayanan birleşmiş bir Türk birliği hem ABD ye hen Avrupaya hemde Rusyaya yani dünyaya nefes aldıracaktır. Güçler arası denge politikasında Türkiyenin olmadığı yani arap yarımadasına ortadoğuya sıçratılmış bir Türkiyesinin asyadan mahrum bırakılması bölgede güçler arası  çatışma ve savaşların olmasını  kaçınılmaz kılıyor. Türkiye artık Azerbaycan üzerinden ortaasyaya sıçrayarak gerekli işbirliğini Türki kardeşlerimizle yapmalı ve bölgede dengeleyici barışsever bir güç olarak tarih yapraklarında yerini almalıdır kanaatindeyiz. Türkiye nin vede diğer Türki Cumhuriyetlerin bu misyonu gereklidir düşüncesindeyiz. Asyada  güçler arasında denge unusuru görevini üstlenecek Türki Cumhuriyetler  üzerinden dünyadaki işbirliği Atatürkün yıllar önce Asya ve Türk kardeşlerimiz hakkında söyledikleri sözlerinde ne derece isabetli olduğunu ispatlayacak gibi.. İşin doğrusu aslında bu kaçınılmaz bir gerçeklik gibi gözüküyor..

Kanımca ABD nin Asyaya komple uzanma stratejisinde   Ortadoğudan çıkıp yerine  Türkyeyi kendisini temsilen emanetçi yani eşbaşkan olarak bırakması, Türkiyeyi tarih sahnesinden  silmekle tamamen eşdeğerdir..

Ülkelerin çıkarları doğrultusunda diğer ülkelerle işbirliği yapıp yapmaması  yada düşman olması başka bir konudur,  ülkesine başka bir ülkeye ait füzeler yerleştirip çevresinde ve etki alanında gelecekte kurulması olası ilişkileri şimdiden baltalaması başka birşeydir.  ABD nin Türkiyeye telkin ettiği “ülkenize yerleştirdiğim füzelerle iranı nükleer santrallerden cayması  konusunda daha iyi ikna edebilirsiniz işte size bu füzelerle  koz veriyorum bunu caydırıcılıkta yani irana füzeleri işaret ederek  daha iyi ikna edebilirsin” görevini dayatması Türkiyeyi gelecekte hedefsiz ve bölgesinde ve etki alanında yapayalnız bırakmak tuzagından başka bir sey değildir düşüncesindeyim.

 

Füze Kalkanı ve Bölgenin geleceği 19 Kasım 2010

Filed under: Haber-Politika — Maxtouch @ 23:19
Tags: , , , , , ,

  Füze kalkanı Projesini Türkiye red emeliydi. Yakın gelecekte ABD nin bölgeyi tamamen terk edecği gerçekliği göz önüne alındığında baş başa kalacağımız İran ile ilişkilermiz neden bir başka ülkenin çıkarları için bozulsun ki bu düşünülmeli ve adımlar buna göre atılmalıdır….

 

İsrail neden özür diler? 17 Ekim 2010

           Kafamız günden güne karışıyor. Borsamatik gündem hafızalara yükleme yaptıkça ülkemizde neler olduğunu anlamak için yaylalara çıkıp geçmişten en baştan olayları tekrar düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Normal süregen hayatta buna günlük sorun ve meşgaleler de eklenince irtibat her yeni bir gündemde kopuyor. Küreselleşen dünyada bunca gelişmiş teknolojinin varlığına rağmen Türkiye olarak içimize gömüldük artık dünyadan hiç haberimiz yok.. Yakında kendi varlıklarımızıda unutacağız..

                  Mavi marmara baskınından sonra 9  şehidimiz oldu. AKP hükümeti ısrarla konuyu BM ye getirerek Türkiye tarihinde ender belkide ilk defa rastlanan bir hızlılıkla dünya kamuoyunun dikkatini çekmeyi başardı. Konsey toplandı klasikte olsa bir kınama çıktı. O günden bugüne AKP ısrarla israilin özür dilemesini ve öldürülenler için tazminat ödemesini istedi. İsrail kurmaylarıda usta manevralarla aleylerine gelişen durumu lehlerine çevirmeyi başardı. Kanımca AKP hükümetin geri adım atması üzerine manevralarının devamını beklemeye aldılar. Araya eksen kaymaları girmişti çünkü.. Aynı zamanda yeni gemilerin gazzeye yol alması engellenerek dünya kamuoyunun dahada dikkatlerinin bölgeye çekilmesi engellendi. Mısır kapısından şartlı da olsa gazzeye ihtiyaç duyulan mal akışı sağlandı.

         Son günlerde mavi marmara baskını üzerinden tekrar israil ve gazze  gündeme taşınıyor. Israrla İsrailin özür ve tazminatlar konusunda borçlu olduğu vurgulanıyor. Özellikle Başbakan bu konuyu son pakistan seyehatinde gündeme getirdi. Kısaca BOP dediğimiz ortadoğu enerjilerinin paylaşımı projesinde (buna Türkiyenin enerji kaynaklarıda dahildir)  Türkiyeye biçilen rol ortadoğu arap ülkeleri üzerinde model teşkil ederek Türkiyenin etki alanının bu arap ülkelerine kaydırılmasıydı. Bu söylem  eski osmanlılı olarak bizlerin hoşuna gitmedi de değil ama bu hatayı   başbakan olduğunda rahmetli özal da yapmış ilk iş olarak 142 kişilik işadamı kafilesi ile soluğu şamda almış, araplara güvenmişti. Yani Öküz altında buzağı aramıştı.

 AKP iktidarı zamanında da bu durum  bir ABD projesi olarak devam ediyor. Tabiki sadece söylemsel vede yaratılıacak imaj açısından. Yeni osmanlıcılık, genişleyecek ve büyüyeceğiz, müslüman dünyasının önderi olarak küresel güç olma yolunda ilerliyoruz  söylemleri 1980 lerde de dile getiriliyordu. Bu hayalsi söylemin büyüsü her  ne kadar tatlı ve uygulanabilir gelse de sonuçta boş ve yanıltıcı olabilir. Türkiyenin enerjisini müdahil olamayacağı bir alanda  tüketmesine sebep olmuyor mu? Yanıbaşında Kuzey ıraka bile söz geçiremeyen bir Türkiyenin birden bire arapların halifesi ve kurtarıcısı konumuna yükseltilmesi size garip gözükmüyor mu?   Fakat Aktörü olmaktan çok figüranı olabileceğimiz ortadoğu bataklığında saplı kalmak, bunu isteyen israilin işinede gelecektir. Çünkü arapların ABD ve israil hayranlığı devam ettiği müddetçe bu kaçınılmaz gözüküyor. Böyle bir ortadoğuda israile karşı ezilmişlerin sesi olmaya çalışan AKP iktidarı her ne kadar arap halkları üzerinde sempati yurt içinde de oy toplamış olsada, durum bize hiçte öyle olmadığını gösteriyor. Bu durum eninde sonunda irandan uzaklaşmayıda gereksemiyecek mi?

Bu varsayımlar gözönüne alındığında İsrail;  kabul edeceği özür ve ödeyeceği  tazminat  sonrası ortadoğu ve Türkiye halkları nazarında zafer kazandırılmış bir Türkiye imajı yaratmak isteyebilir ve bu  hiçte stratejik olarak mantıksız durmuyor. Türkiye yaratılan bu imaj sayesinde  her an karışabilecek ortadoğuda birşeyler yapmak ihtiyacı duyabilir yada  bu ortam hazırlanabilir. Sonuçta bu durum Türkiye ve ona güvenen müslümanlar için hayal kırıklığı ile sonuçlanabilir.  (Tam terside olabilir)

 İşte o zaman birileri  ödünç verdiği parayı faizi ile tahsil etmek imkanını keyifle bulacaktır.  Söylemek istediğimiz israil özür dilemez ve tazminat ödemez. Bunun için ya israilin daha büyük çıkarı olması yada Türkiyenin risk alması gerekir. İsrail özür dileyip tazminat ödemeyi kabul ettiği gün bu iki seçenekten  hangisinin doğru olduğu  çok tartışılacaktır..

Bu teori bana mümkün gözüküyor..

 

Füze Kalkanı neyi ifade ediyor? 14 Ekim 2010

Filed under: Haber-Politika — Maxtouch @ 18:22
Tags: , , , , ,

           Amerika füze kalkanı yerleştirmek için en uygun ülkenin Türkiye olduğuna karar vermiş. Konuya yabancı olmakla beraber şimdilik ilk izlenim ve ham düşüncelerimi paylaşmak isterim.

Medyadan okuduğumuza  göre soğuk savaş döneminde silahlanmaya ve askere yapılan yatırım maliyetleri arttırmakta dünya silahlanma çılgınlığında paraları küresel silah tüccarlarına yatırmaktaydı. Birbirini tetikleyen bu süreç ekonomik alanda ülkeleri zor durumda bıraktı çünkü kutuplaşma paranın malların ve enerji kaynaklarının yani sermayenin hareket alanını kısıtladı. Mal ve hizmetlerin son kullanıcıya ulaşımında ve yeni pazarlara ulaşımda sorunlar oluştu. Küresel sermaye iki kutuplu sistemde başgösterecek enerji krizlerinde batının doğuya, doğununda batıya  muhtaç ve bağımlı kalacağını soğuk savaş döneminde bu tablonun kendilerine güç kaybedeceğini zaten biliyordu. Hesaplar ise 100 yıl öncesinden çoktan yapılmıştı. Bu sebeple dünya karar vericileri çok uzun zamandır gündemlerinde olan ve alt yapsısını tamamladıkları bu konuyu sonuçlandırarak S.C.C.B ile anlaşarak yeni düzene geçişin ikinci aşamasına uygulamaya başladılar. Küreselleşme yani içiçe geçme süreci   SCCB nin dağılmasına  nihayetinde  silahlanma ve büyük ordular kurmak yerine işi füzelerle halletme gerekliliğini getirdi.  Görünürde küreselleşmeyle tezat teşkil eden bu durum yani füze kalkanı projesine neden ihtiyaç duyuldu. Sınırların ekonomik anlamda kalktığı işikilerin, sermayenin, mal ve hizmetlerin iç içe girdiği bir dönemde süreç sınırların kaldırılmasına doğru  giderken neden füze kalkanı projesiyle küresel işbirliği içinde olmaları gereken  ülkeler bir birlerine karşı füzeler dikmeye ve kalkanlarla koruma önlemleri almaya karar verdiler.

Bu bize büyük oyunun işaretlerini veriyor olmalı. Dünyanın yeniden kutuplaşmaya gittiğini söylemek kanımca büyük bir aldatmaca olur. Amaç Dünyayı tekrar iki yada daha fazla kutuplu yönetmek değilse bu hamlelerin bir anlamı olmalı. Ülkeler arası ilişki ve gizli amaçlarını bilemedikçe bu soruya cevap veremeyiz.

Ülkemiz açısından görünürde küresel güç olmaya giden Türkiyenin önünün kesilmek istendiği düşünülebilir. Türkiye bölgesinde iyi ilişkiler geliştiriken bülkesine konulacak füze savunma sistemleri hangi ülklelerin tepkisini alacaktır. Akla ilk gelen Tabiki Rusya ve İran uzak ihtimal Çin. Halbuki bu üç ülkede Türkiyenin bölgesinde küresel güçten ziyade batı ve doğu arasında   dengeleyici bir unsur olarak yer almak istediğinin farkında.

ABD nin Türkiyenin Çin atılımına karşı hamle olarak görülen bu talebi İran konusunun çok yakında altının ısıtılacağının da habercisi gibi. ABD Türkiyeyi hen stratejik hem ekonomik olarak köşeye sıkıştırmayı amaçlıyor. Türkiye yönünü doğuya mı yoksa batıyamı çevirecek yada nasıl bir formülle denge politikasının tıkanan tıpasının ağzını açacak.

 

Kürtler ve Küreselleşme 04 Eylül 2010

 

            Kürtler gelişen dünyada kendilerini hiç yenileyemediler, ortaçağ zihniyetiyle derebeyleri olan ağalar ve şeyhler gözetiminde güdülmeyi kabullendiler ve bu köleliği  hiç sorgulayamadılar. Kul oldukları bu kapılardan aldıkları telkinlerin yanlış olabileceğini, kendi doğrularının ve varlıklarının farkına varabilecekleri zihin olgunluğuna hiç ulaşamadılar. Yeni olan herşeyi eğitimi okumayı ret ettiler. 10-15 çocuk yaparken bile henüz adlarını bile öğrenemedikleri çocuklarının geleceğini  hiç düşünmediler. Çünkü ağa vardı, çalışılacak tarla vardı, reçbere ihtiyaç vardı. Kız çocukları onlar için başlık parası alınacak gelir kapısıydı. Din onlar için şeyhin ağzından çıkan söz, kanun onlar için yılların cehaletiyle yoğrulmuş törelerdi. Yıllarca okula düşman davrandılar. Erkekler ilkokul 5 i zor bitirir, kızlar ise nufusa bile yazdırılmazdı. Nufus kağıdı olmayan kızların okula gitmesinde gerek yoktu.

             Şuan bile durum aynıdır. Okuma yazma oranı batıdaki kürtler arasında dahi düşüktür. Belli bir dünya görüşleri yoktur. Para kazanmak için yaz aylarında tarlalarda kışın uzun günlerinde 6-8 ay boyunca büyük şehirlerde eşini çocuğunu memlekette bırakarak çalışırlar. Tahsil olmadığı için her türlü işi yaparlar önemli olan işin niteliği değil para kazanmaktır. Bugün dahi olay aynıdır. Kaçakçılıktan uyuşturucuya, kadın ticaretinden otopark mafyasına kadar her türlü kirli iş kürtlerin elindedir. Gurbet dedikleri büyük şehirlerde her haltı ve ahlaksızlığı işlerken evde bekleyen hanımını hiç düşünmezler. Kızlara topraktan miras vermezler.  Töre ve ahlak için kız çocuklarını öldürmekten de çekinmezler. Doğuda yaşayanı herşeyin ucuzunu yer ve alır. Batıda ki fakiri ne iş olsa yapar. Doğuda ki zengini iş yerini batıda açar gününe gün katar. Aslında Türkiyenin en zengin insanlarıda Güneydoğuludur. Sonuçta biz türkler ne kadar kötüysek onlar bizden daha kötüdür. 

             Kürtler PKK sorununda 30 yıl boyunca hiç bir tepki ortaya koyamadı. Bunda yüzyıllar öncesine dayanan ağalık şeyhlik ve beylik geçmişi etken oldu. Hep başkaları kürtler adına karar verdi. Bu zaman zarfında kürtler hiç bir zaman kendilerini sorgulayamadı. Belki tarlası hayvanıda olmadı ama hep birilerine ve törelerine boyun eğip kabullendiler. Durum bugün  biraz değişti. Ağalar ve beyler artık kalmadı. Olanlar ise çok az. Buna rağmen hala kendi iradeleri ile karar veremiyorlar. PKK yı dışlamak kolay iken yılların alışageldiği başkaları tarafından yönetilmek şartlanmasını atamıyorlar. İşin garibi PKK nın aslında kürt görünümlü ermeiler olduğunu da çok iyi biliyorlar. Fakat ses çıkaramıyorlar.

            Günümüzde Kürkler Din-Töre-Ağa-Şeyh-Pkk-Devlet arasında şıkışmış vaziyette. Devlet zamanında  aşiretler üzerinden bölgeyi kontrol edip oy portansiyeli olarak kullanmasaydı, sahte şeyhler ayıklanmış olup töre dedikleri çağ dışı zihniyet zamanında saf dışı edilmiş olsaydı, ağalık kaldırılıp toprak reformu ve hayvancılık gerçekleştirilmiş olsaydı. Aralarına nifak sokmak için karışmış ermeniler ayıklanmış olsaydı kürtler yeni bir boyuta geçirilebilir pkk nın güdümünde koyun olmaktan kurtarılabilirdi. Buda devletin yıllar süren hatalarıdır. İş aslında kültüreldir. Cehalet sorunudur. Burada asıl suçlu tıpkı türkler gibi kürtlerinde üzerinde yıllarca oyunlar oynayan Küresel şer ittifakıdır. Kürtler içine sızan sahte şehyler işbirlikçi ağalar ve hükümetler kürtleri anlattığımız en koyu cehalet mertebesine indirmişlerdir. Bu bilinçli bir toplum mühendisliği olup zannedilen gibi sadece türklere değil en kolay yönlendirilecek kürtlerede uygulanmıştır.

           Bu aşamada şu inandığımız şu gerçekliğe deyinmek gerekiyor. Neden devlet bu yörelere yatırım yapmadı. Parası yada işadamı olmadığından mı? Halbuki en zengin insanlar Güneydoğulu iş adamları. Peki onlar neden bir fabrika açmadılar. Özal zamanında verilen teşvikleri  batıda değerlendirme yolunu yada batırma yolunu tercih ettiler. Niçin nufus yoğunluğu planlı yürütülen politikalarla bölgeden seyrettildi. İnsanlar büyük şehirlere  güneye ve batıya göz ettirilmek zorunda kaldı.Bunları PKK ile açıklayamayız. Bunu devletin yanlış politikalarına da yükleyemeyiz.

         İsmet inönü zamanından beri güdülen bölgeyi geri bırakma fakirleştirme ve batıya göç ettirme politikası niçin uygulandı. Devamında gelen hükümetler bu konuda neden inönünün takipçisi oldular. Aslında küresel güçlerin bölgedeki emelleri ve göz diktikleri yeraltı zenginlikleri olmasaydı kürtler ve  türkler  kaos olmadan yaşamaya devam edecekti. Bugün ülkemizin doğusuna yatırım yapmayan işadamlarını Kuzey ırakta  Barzaniye iş yapabilmek için kapı kapı dolaşırken görüyoruz. Kendi kürtlerine değilde niçin ırakın kürtlerine açılım yapıyorlar hiç düşündünüz mü?

           Görünen taploda; nufusça boşaltılmış yeraltı zenginlikleri gizli anlaşmalarla küresel sermayeye devredilmiş bu sebeble bölgeye bir çivi dahi çakılmamış ve fabrika kurulmasına izin verilmemiş bölge , ham ve bakir halde tüm zenginliklerinin  küresel sermeyece  devralmasını bekliyor. Iraktaki altyapı bitirilme aşamasına geldiği için Türkiyenin doğusundaki alt yapıda KÜRT SORUNU adı altında tamamlanma aşamasına girmiştir. Türklerle pazarlık yapıp sonunda hepsini kaybetmeyi göze alamayan küresel güçler kolay güdebilecekleri kürtler sayesinde bölgede sorunsuzca faaliyetlerine devam edebileceklerdir. Bugün tartıştığınız KÜRT SORUNU işte budur. Bölgenin Küresel sermeyeye hazırlanması aşamasıdır. Bu hazırlık Türkiye dışındaki hareketlerle eş zamanlı ve koordineli olarak kah yavaş kah hızlı devam etmektedir.

           Küresel sermaye devralacakları bölge zenginliklerini ilk işleten kendileri olması açısından hiç bir zaman yöreye yatırım yapılmasına izin vermemiş, böylece daha önceden kurulması olası şirketlerden özelleştirme ile satın alma maliyetinden kurtulmuşlardır.Zaten söylentilere göre Küresel sermeye 49 yıllığına kiraladığı bu yeraltı zenginliklerimize  ipotek koymuş Türk ve Kürt halkının hakkını hükümetler kanalıyla gasp etmiştir. Temelleri 1988 de atılan bu projenin diğer safhasına geçisin yaklaştığı şu günlerde kurulacak enerji ağının nereleri kapsadığını bilenler  Küresel sermayenin siyasi yada ekonomik olarak bölgede nasıl bir strateji izleyeceğini de rahatlıkla bilir.
        
               Tahminime göre küresel sermeye kürt halkı üzerinde ki baskısını çok  güvendiği taşeronu PKK lılar ve onlara mensup Toplum kuruluşları vasıtasıyla sivil ve özerk platformda devam ettirmekte böylece bölge hakimiyeti sağlayarak ekonomik kazamınlarını hem kürtlerden hemde türklerden koruma altına almaktadır. Bu sonuç olası sürecin hiçte kürtlerin lehine gelişmeyeceğini kürtlerin avuçlarını yalayacaklarının bir göstergesi. İşte benim düşündüğüm KÜRT SORUNU VE AÇILIMININ gerçek sebebi.

          Aslında sorun PKK sorunu iken neden özellikle kürt sorununa yıkılıyor. Kürtlerin pkk varken ağızlarını dahi açamadıkları bu süreçte nasıl oluyorda pkk üzerinden kürtlere açılım ve özgürlük verilmeye kalkıyor sizce tuhaflık yokmu? Hiç bir kürt pkk varken gerçek iradesini ortaya koyamayacak ve birileride pkk lılarla kürt sorununu kürtler adına çözecek buna inanmak mümkün gözükmüyor.  

                 Küresel sermayenin planı olan BOP olanca hızıyla devam ediyor. Peki çözüm nedir derseniz KÜRESELLEŞME derim…

 

Küresel Savaş ve Türkiye 07 Mayıs 2010

Filed under: Haber-Politika — Maxtouch @ 03:14
Tags: ,

AKP deki masonları ve bazı eskiden beri siyaset sahnesinde bulunanların, kuşkulu yada dün başka bu gün başka davranışlarını delil olarak gösterip AKP’nin dışa bağımlı bir parti olduğunu anlatmaya çalışan bir yazarımıza cevap
Ali Rıza Bey
Senin AKP aleyhine söylediklerin bizlerin bilmediğ

i şeyler değil…..  Tayyip Beyin Başbakan oluşunda Baykal ve arkasındaki gücünde (Masonlardan askerlerden Siyonistlerden, Kemal Derviş’lerden ve diğer bazı iç ve dış güçlerden oluşan Türkiye’yi zaten işgal altında tutmakta olan koalisyonun ortaklarından bir bölümünün) oluru olduğunu biliyorum. Bu olurun amacını da bazen satır aralarında yazdım. Bu olurun bir pazarlığı olacağı da gayet tabiidir. Bakanlık yaptığı dönemler faili meçhul siyasi cinayetlerle dolu karanlık bir kişi olan Aksu, hükümet ile bu koalisyon arasındaki ilişkileri düzenlemek ve balansı sağlamak için Cemil Çiçek’i ikinci mecliste soldan gelen Alevi ve sol tandanslı milletvekillerini tamamen ortak amaca yönelik dengeler ile ve pazarlıklarda anlaşarak satranç gibi oyunlar ile karşılıklı ama anlaşarak oluşturduklarını söleyebiliriz. Şimdiye kadar değişime izin vermeyen dış gücünde onların içerideki iç güçlerinin de iç politikaya da dış politikaya da etki etme kuvvetinde önemli bir düşme olmadığını ama içlerinde bölündüklerinin de farkındayız. Ne bizdeki 28 şubat sadece bizim içimizden kaynaklıdır. Nede ABD deki 11 eylül sadece ABD nin iç sorunundan kaynaklanmıştır. Tüm bunlar bir takım dünya egemenlerinin yeni kurulacak dünya üzerinde görüş ayrılığına düşmelerinden kaynaklanmıştır. Bu yüzden bizdeki tutucular olan CHP asker Yüksek yargı eski egemen medya Bankerler bir tarafta Hükümet de diğer taraf da yerlerini almışlardır. Bu yeni dünya devletinin nasıl olacağına dair sürmekte olan çok büyük bir savaşın merkezinde Ortadoğu’nun ve savaşanların da bu sefer ABD Rus, ya da devletler ve milletler vs. değil de nerede ise tüm dünya devletlerinin ve egemen güçlerinin arasında sürmekte ve her ülke ve milletin içinde de o yöre halkını bölmüş çarpıştırmaktadır. Bu yüzden taraflar yeni yandaşlar aramak bulmak zorunda kalmışlardır. Rusya da Putin ABD de Obama Türkiye de Erdoğan dünya savaşının değişimci kanadının merkezi ve kanat birliklerini içinde yer alanları iken diğer tarafta da, W.Bush lar Merkel ler, Sarkoskiy ler Eski CB Sezer, Demireller ve onların Atadığı yüksek Yargıçlar ile geleneksel yapıyı sürdürmek isteyen askeri ve diğer bürokratlar dünyada olduğu gibi bizde de tutucu eski dünyayı savunmaktadırlar. Savaş her ülkenin zirvesinden sokaktaki kişisine kadar etki yapmakta ve bir araya gelmesi imkansız sanılan kişiler. Mesela bazı Siyonistler ile eski devlet erkanlarının karşına . FG hareketi gibi (Bu örnek dünyada tek değildir. Başka dinler arası diyalog grupları da vardır ve onların içinde de nadiren bazı çok yaygın olmayan Müslüman mezheplerin saliklerinden kişiler yer almaktadır) Hahamlar Papalar ve Müslüman dini liderler bir arada meydana çıkmaktadır. Masonlarda, Sabataist Yahudilerde ve dışarıdaki Yahudilerde dolayısı ile bazı hahamlar Papazlar Hocalarda ve diğerleri de kendi aralarında bölünmelere uğrayıp diğerleri ile ittifaklar kurmuşlardır ve ya doğal olarak müttefik olmaya başlamışlardır. Bu yüzden sıradan insanların bu durumu anlaması ve fark etmesi henüz pek mümkün olmamaktadır. Son Gazze saldırısı Dünya Yahudileri içinde bölünmeyi de açığa çıkarmıştır. Bizdeki Masonlar arası iç savaş da dikkate alınmalıdır. Hatta sizinle ben dahi bu saflardan iki karşıt gruptan birinde yer almaktayız. Aramızdaki fark ileride sizin durduğunuz yeri değiştirmek zorunda kalacağınızı işi bu boyutu ile düşünmediğinizden fark edemeyişiniz. Ve hayatın akışını geçmişteki bir devrimle sınırla sanıp artık kimsenin gol atmaya bile teşebbüs etmediği boş kaleyi savunduğunu zannederek kalede uyanmayı beklemeniz iken benim dünyayı yöneten yalan ve sanal gündemlerden insanların tek tek sorunlarına yönelerek çözmeye çalışan yeni bir dünya kurulmasından yana doğal refleks olarak değişim kanadında yer almamdan ibarettir. Yani aramızdaki niza din mezhep siyasi görüş değildir. Ülke sorunları merkezlide olsa tüm dünyanın sorunudur. Ve siz henüz dünyanın bu kaçınılamaz fert fert herkesin kendi iç güdülerinden kaynaklanan bir birinin kıyafetini giymiş tanınması zor hak ile batıl savaşının tarafları durumundayız..
Sizler global savaşı yerel bir devrim ve devrim karşıtı kavgası zannediyor ve bu yüzden meseleyi algılayamıyor fanatik futbol holiganları gibi davranarak meseleye bakmak da gecikiyorsunuz. Ama gözleri kapamakla zamnın akışı değişmiyor ve sel akıp kendi denizine doğru ilerliyor.
Sizin bilmediğiniz daha pek çok şeyi de görüyorum.
Benim yıllar önce söylediklerime sizlerin paranoya olarak baktığınızı benimle alay ettiğinizi de hatırlıyoruz. Gelecekte sizlerin iddialarınızın da meselenin aslına etkisi olmayan yarım doğrular olduğu anlaşılacaktır. Ama bizlerden bazılarının izahını yapmaya çalışsak da aklınız devrimle sınırlanmış olduğu için henüz anlamanızın mümkün olmadığını çünkü bizleri de kendi düşünce diyalektiğiniz ile aynı şekilde düşünüyor sadece size karşıt takımı tutuyor zannettiğiniz için tam olarak anlamanızı da beklemiyorum.
Bu ülkede ideal hükümet kurulmasının imkânsızlığını da biliyoruz. Şimdiye kadar iyi sayılıp seçilen hükümetlerin, çöken Türkiye’yi ölüme terk etmeyi istemeyen global güçlerin geçici hayat öpücüğü ve suni teneffüs yaptırmak için getirildiğini ve sonrada Türkiye’nin dirilmesini de istemedikleri için yaşamını zar zor sürdürecek duruma gelince de ihtilal yaptırıp yapılanları yıkarak ölü ile diri arasında kesin öldürülme tarihine kadar henüz dengelerde lazım olduğu için yaşamasını süründürüyorlardı. Türkiye batılı işgalcilerin iyi polis olarak kullandıkları hükümetler zamanında biraz ilerliyor, kötü polis (ihtilacı) hükümetleri döneminde geriliyor. Sonra gerektiği zaman Türkiye’yi ya öldürecekler yada parçalara ayırıp bölüşeceklerdi.
Biz de bu durumu bilen milletin sağ duyulu kesimi iç kavgalar çıkartarak sürekli didişme ve kavga ortamı için yasaklar koymak da kullanılan piyon kesimlerimizin bizi kışkırtmalarına rağmen düşmanın oyununa gelip piyonlarımızla savaşmıyorduk. Bu suretle bağrımıza taş basıp parçalama heveslerini etkisizleştirmeyi sürdürdük. Bu arada düşmanın iyi polisleri döneminde hem kalkınmaya hem de iç barışı sağlamaya çalışıyorduk. Çünkü yakın zamana kadar geçerli olan dünya konjektüründe sert karşı çıkış iç savaş ve parçalanmak olacaktı ki buda düşmanlarımızın işine yarayacaktı.
Bu durum hala tehlike kısmen devam ediyor olsa da geçmişte kaldı. Çünkü yeni kurulmakta olan dünyanın en önemli aktörlerinden biri olan Türkiye bir takım marjinallerin istemi ile değiştirilemez. Bu global daha önc örneği olmayan insanlık savaşının sonunda kurulmak istenen dünya ile ilgili dünya çapında hazırlanmış farklı planlar 28 Şubat da Türkiye’den başlatılmış. (Çünkü iki taraf içinde savaşın merkezinde Türkiye vardır) 11 Eylülle ikinci aşamasına ve küresel 28 Şubata geçilip Irak savaşı ile sürmüş ve taraflardan biri kolay bir zafer ummuştur. Ancak Türkiye’deki değişim bu küresel planı da değiştirmiş ve planda piyon olacağı var sayılan Türkiye birden sıçrayıp şah çeken önemli bir mevki ye gelip vazgeçilemez olmuştur. Türkiye artık en önemli oyunculardan birisidir ve bölgesinde ve AB de daha değerli bir oyuncu yoktur. AB hala muhafazakarlara oynamakla oyun dışı yedek hale gelmiştir.
Oyun devam ediyor. Kişi olarak, ülke olarak, insanlık alemi olarak dünya olarak tüm versiyonları ve aşamaları ile birlikte içimizde.
A.D.Şimşek

http://www.nuveforum.net/1787-ahmet-dogan-simsek/205230-kuresel-savas/